Homeopati faydalı mıdır veya bir şarlatanlık mıdır?
Alternatif tıp nedir?
Alternatif tıp, modern tıp yöntemiyle tedavi olmak istemeyenler için kullanılabilecek yüzlerce yıllık bilgi birikimine dayanan doğal tedavi yollarıdır. Bunlardan başlıcaları olan homeopati, akupunktur, ayurveda uygulamaları dünyada en çok tercih edilen alternatif tıp dallarıdır. Kayropraktik uygulamalar ise, osteopati,hipnoz gibi yöntemler tamamlayıcı tıp grubuna girer.
Homeopati nedir?
Homeopati, geleneksel tıbba alternatif veya ek olarak kullanılan bir tedavi yöntemidir. Homeopati, modern tıbbın sadece semptomu baskılamaya çalıştığını iddia ederek, semptomu baskılamaktan öte bir parça daha şikayeti kontrollü olarak harekete geçirmek ve o arada vücudu kendi iyileşme sistemiyle iyileştirmek amaçlanır. Bedeni tümüyle iyileşme için harekete geçirmek hedeflenir. Bunu yaparken benzerin benzeri tedavi etmesi prensibi kullanılır. Bir maddenin sağlıklı bir kişide semptomlara yol açması durumunda, o maddenin çok küçük dozlarının hasta olan bir kişide semptomları tedavi edebileceği fikrine dayanır.
Uzun süredir devam eden, klasik tedavi yöntemleriyle iyileşmeyen, tekrarlayan sorunlar detaylı olarak dinlenir. Şikayetin nasıl ve ne şekilde olduğu, beraberinde nelerin eşlik ettiği, neyin iyi geldiği, başka yerlerde olan sorunlar detaylı olarak anlattırılır. Ardından kişinin genel beslenme, uyku, barsak alışkanlıkları, yaşam tarzı, alışkanlıkları ve mizacı sorulur. Tüm bunları hastanın detaylı olarak anlatmasından sonra analiz yapılır ve kişiye uygun olacak ilaç ve dozu, ne sıklıkta alacağı belirlenir. Şikayetin adı üzerinden değil bünyenin değerlendirmesiyle tedavi yapılır. Hekim uygun görürse laboratuar veya görüntüleme tetkikleri istenir.
Homeopatik ilaçlar
Homeopatik ilaçlar, bir maddenin alınıp, bu maddenin su veya alkolle tekrar tekrar seyreltilmesiyle yapılır. Hahnemann döneminde 130 tane ilaç varken günümüzde bu sayı üç binlere ulaşmıştır. Ağırlıklı olarak bitki ve minerallerden özel homeopatik sulandırma ve çalkalama yöntemleriyle elde edilen sıvı ilaçlar veya bunların özel topçuk şeklinde kullanılan globül formları kullanılır.
Homeopati kişiyi bütüncül olarak ele alır. Deri hem iç organların hem de genel sağlık durumun aynası olduğu için muayene sırasında eksikler, aksayan noktalar saptanır. Beslenme ve yaşam tarzı alışkanlıklarıyla ele alınan kişi genel sağlığı iyileştikçe ışıltılı ve kalıcı güzellik yoluna girer. Bireysel yaklaşım yapıldığı için kendini tanır.
Homeopatinin tarihi ve nasıl çalıştığı
Homeopati, Almanya’nın Meissen kentinde büyüyen, 1779’da Erlangen’de tıp derecesini alan ve 1843’te Paris’te milyoner olarak ölen Samuel Hahnemann (1755-1843) tarafından kurulmuştur. Hahnemann bunu ilk kez 18. yüzyılın sonunda ortaya atmış ve 1810 yılında Organon adlı eserinin ilk baskısında kanunlaştırmıştır. Homeopati Yunanca “benzer acı” demektir.
Bunun öncesinde 1700-1800 yılları salgın hastalıkların oldukça fazla olduğu ve modern tedavi yöntemlerinin yeterli olmadığı bir dönemdi. 1718 yılında Lady Montague’nun Osmanlı’da görerek İngiltere’nin Türk büyükelçisinin İstanbul’da iyileştiğini bildirmesiyle aşılamalar Avrupa’da ilgi çekmeye başladı. 1798’de Newfoundlan’de ardından da tüm Avrupa ve Amerika’da çiçek aşısı uygulanmaya başlandı.
Bu sayede Batı aşılamanın önemi üzerine yoğunlaşırken Hahnemann da bir nevi aşılama tekniğini kendi yöntemleri ile tıbbın temeline oturtmaya çalıştı. Bir kısım maddeleri minimum dozlarda sulandırarak insana vermesi halinde bazı hastalıkların aşılama gibi iyileşebileceğini iddia etti. 1803’teki, 1813’teki ve 1822’deki İstanbul veba salgınları gibi salgınlar insanları her türlü arayışa itmeye başladı.
‘Benzer benzeri iyileştirir’ yaklaşımından yola çıkan Hahnemann sağlıklı bir insanda herhangi bir semptoma hafif de olsa sebep olan bir maddenin, hasta bireyin benzer şemptomlarını düzelttiğini iddia etmeye başladı.
Homeopati başlangıcından itibaren her zaman en az bir saat süren uzun bir konsültasyonla başlardı; bu konsültasyonda hastanın hastalığı ve yaşamıyla ilgili tüm yönler tartışılırdı. Hahnemann ayrıntılı patolojiye ve geleneksel tanı ve tedaviye hiç ilgi göstermedi. Sadece hastalığı adlandırmak için kullandığı homeopatik tıp prensipleriyle ilgileniyordu. Bu nedenle klasik homeopati, destekçileri tarafından çekici derecede güvenli, basit, anlaşılması kolay ve patolojik lezyonlara değil, hastanın tamamına odaklanan bir sistem olarak görülüyordu. Bu da hekimler arasında kolay taraftar bulmasına ve uzun süre uygulanmasına yol açtı.
Hahnemann’ın ilaçların, tedavi edilen hastalığın semptomlarını giderebilecek minimum dozda verilmesi gerektiğini iddia etmekte ve verilmesi gereken ilaçları aşırı seyrelterek vermeyi öneriyordu. Öyle ki bu iddiası ile dalga geçilir olmuştu. Hahnemann bu seyreltme işlemi sırasında ilaçların çalkalanmasının onların tedavi edici gücünü aşığa çıkardığını ve bunun “ruhsal bir güç” olduğuna inanıyordu.
Hahnemann’ın takipçileri (Homeopatlar) ilerleyen yıllarda bu fikirleri o dönemin mondern tıp anlayışı (Ortodoks tıp anlayışı-Allopatlar) karşısında benimsenebilir olması beklentisiyle değiştirmeye başladılar. Hatta modern tıpla alay eden homeopatlar aşağılama amacıyla allopat lakabını icat etmişlerdir. İlk Amerikan homeopatik tıp okulu, yani Kuzey Amerika Homeopatik Şifa Sanatı Akademisi, 10 Nisan 1835’te Pensilvanya, Allentown’da kuruldu. 19. Yy.’ın sonlarına doğru Amerikan Homeopati Enstitüsü kuruldu. Homeopatlar Ortodoks anlayışı benimsedi. Allopatlar da homeopatların ilaçlarını kullanmaya başladı.
O dönemdeki tıbbi uygulamalar, genellikle etkisiz ve zararlı tedavilere dayandığından, ilaç endüstrisi henüz gelişmediğinden, homeopatların hastaları genellikle tıp uygulayıcıları tarafından tedavi edilenlerden daha iyi sonuçlar elde ediyordu.1900 yılına gelindiğinde Amerika Birleşik Devletleri’nde 22 homeopatik kolej ve 15.000 uygulayıcı vardı.1903 yılında Amerikan Tabipler Birliği homeopatları hekimler birliğine dahil etti. Ancak Amerika’da zamanla popülerliğini yitirmeye başladı. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki son ve yalnızca homeopatik tıp okulu 1920’de kapandı. Buna rağmen ABD’de 1939’da çıkarılan Gıda, İlaç ve Kozmetik Yasası, homeopatik ilaçların piyasada açıkça satılmasına izin verdi. Çünkü ticari karşılığı vardı.
Britanya’da aynı dönemlerde beş homeopatik hastane kuruldu ve en büyük ikisi (Londra ve Glasgow’da) yataklı tedavi birimlerine sahipti. Homeopatinin iyi bilinen özelliklerinden biri, on dokuzuncu yüzyıldan günümüze kadar kraliyet ve aristokrasi tarafından sıkı bir şekilde desteklenmiş olmasıdır. Galler Prensi Edward, Londra Homeopatik Hastanesi’nin hamisiydi, York Dükü ise daha sonra Kral VI. George, hastaneye ‘Kraliyet’ unvanını verdi. Ayrıca yarış atlarından birine homeopatik bir ilaçtan esinlenerek ‘Hypericum’ adını verdi. Homeopatların hasta popülasyonu da genellikle zengin kesimden oluşmaktaydı.
1940’lı yıllarda Almanya’da homeopati yeniden taraftar bulmaya başladı. Nazi rejimi homeopatiye düşkündü. Bu sayede homeopati Almanya’da yeniden parlayan bir döneme başlamış oldu.
1950’lerden sonra modern tedavi yöntemlerinin ve ilaçların gelişmeye başlamasıyla homeopati pozisyon kaybetmeye başlamıştı.
1970’lerde homeopati önemli bir geri dönüş yaptı. Özellikle kimyasallara karşı büyük tepkilerin ardından zararsız tedavi yöntemleri benimsenmeye başlandı. 1970’lerde özellikle İngiltere’de ardından ABD’de yayığın taraftar bulmaya başlayan Yeni Çağ (New Age) hareketinini yükselişiyle birlikte artan kimyasallara karşı tiksintinin desteğiyle homeopati de tekrar parlamaya başladı. Bu parlamada New Age hareketinin insana bir evrensellik ve ilahilik izafe ettiği anlayışın da homeopatların uzun süren öngörüşmeleriyle mistik benzerlik taşımasının katkı sağladığı da düşünülmektedir.
Yeni Çağ hareketinin özü alternatip tıp metotlarına sarılarak tedaviye hipnotik bir odaklanma sağlamak ve tıbba maneviyat katmaktı. Homeopati de onların kullanabileceği en başat metotlardan birisiydi. New Age (Yeni Çağ) hareketinin o dönemde meşhur olmasının en büyük sebeplerinden birisi de bir kısım Ortaçağ astroloji savunucularının hayati önemli olarak lanse ettiği Kova Çağı’nın 1850-1900 arasında, her astro-filozofun farklı yıl verdiği bir yılda başladığı ve artık dönemin değiştiğini ifade etmeleri ve taraftarlarını bu yöne sevketmeleriydi.
Günümüzde doğal ürün ile tedavi anlayışı da homeopatları besleyen önemli toplumsal eğilimlerden birisidir. Diğer taraftan Batı dışı ülkelerde bedenleri iyileştirme ve ruhları kurtarma çabalarını ön plana çıkaran Hıristiyan misyonerler için de homeopati kullanılabilir bir materyaldi. Buna rağmen Asya ve Afrika’da homeopati birkaç bireysel hekim gayreti dışında destek bulamadı. Özellikle Basel Misyonu kapsamında misyonerlik faaliyetlerini desteklemek amacıyla homeopatlar sıkça kullanıldı. Öyle ki 1903’te Londra Homeopatik Hastanesi “Misyoner Tıp Okulu” olarak açılmıştı.
Homeopati 2000’li yıllardan sonra ciddi eleştiriler almaya başladı. Kanıt probleminin çok fazla olması, dolandırıcılıkta kullanılmasının elverişliliği ve tedavi başarısının düşük olması ülkelerin homeopatiye yaklaşımını etkilemeye başladı. 2015 yılında Avustralya “homeopatinin etkili olduğuna dair güvenilir kanıtların olduğu hiçbir sağlık durumu olmadığını” açıkladı. 2017 yılında İngiletere’de NHS homeopati tedavilerini ödemeyi durdurdu. ABD’de 2018 yılında CVS, 2019’da ise Wallmart homeopatik ürün satışlarında dolandırıcılık davalarına maruz kaldı. 2021 yılında, Fransız sağlık bakanlığı homeopatik ilaçlar için sosyal güvenlik geri ödemelerini aşamalı olarak kaldırdı.
Homeopatların bir saatten uzun süren görüşme seanslarının hastalar üzerinde rahatlayıcı bir etki bırakması, hastalıklarının remisyon dönemine denk gelen durumlarda da sanki iyileşmiş algısı oluşturduğu ancak kesin tedavi olmadığı iddiaları sürekli gündeme getirildi. Ayrıca homeopatlar tarafından tedavi edilen hastalıkların çoğu ya geçici ve kendiliğinden kaybolan ya da kendiliğinden remisyonlarla takip edilen bir dizi atakla oluşan döngüsel hastalıklar olduğu ve bu sayede homeopatların itibar kazandığı da halen gündemde olan iddialardandır.
Hahnemanın modern tıbbı mantıksız ve tavsiye edilemez olarak görerek reddetmesi, minimum ve tek ilaç kullanımını kabul etmesi zamanla gevşese de halen geçerliliğini korumaktadır. Hahnemann’ın iddia ettiği “miasma” kavramı ile kronik hastalıkların altında yatan “bulaşıcı ilkeler” olduğuydu. Her bir miasma belirli hastalıklarla ilişkilendirildi ve miasmalara ilk maruz kalmanın cilt veya zührevi hastalıklar gibi lokal semptomlara neden olduğunu düşünüldü. İddiası, bu semptomlar ilaçla bastırılırsa, nedenin daha derinlere indiği ve iç organ hastalıkları olarak kendini göstermeye başladığıydı. Ona göre “hastalıklar genellikle gizli, derin köklü, altta yatan kronik veya kalıtsal bir eğilime bağlanabilir”. Altta yatan varsayılan miasma hala kalır ve derin köklü rahatsızlıklar yalnızca hayati kuvvetin daha derindeki bozukluğunu ortadan kaldırarak düzeltilebilir.
Homeopatlar genellikle 10-15 dakikalık bir randevu olabilen veya bir saatten uzun sürebilen bir konsültasyonla başlar ve hasta tıbbi geçmişini anlatır . Hasta “modaliteleri” veya semptomlarının hava durumuna ve diğer dış etkenlere bağlı olarak değişip değişmediğini anlatır. Uygulayıcı ayrıca ruh hali, beğeniler ve beğenmemeler, fiziksel, zihinsel ve duygusal durumlar, yaşam koşulları ve herhangi bir fiziksel veya duygusal hastalık hakkında bilgi ister. [ 88 ] Bu bilgi (ayrıca “belirti resmi” olarak da adlandırılır) materia medica veya repertuardaki “ilaç resmi” ile eşleştirilir ve uygun homeopatik ilaçları belirlemek için kullanılır. Klasik homeopatide uygulayıcı tek bir preparatı semptomların tamamına (simlilum ) uydurmaya çalışırken , “klinik homeopati” hastalığın semptomlarına dayalı preparat kombinasyonlarını içerir.
Nihayetinde her ne kadar etkili olsalar da olmasalar da homeopatik preparatlar çoğunlukla zararsız olduğu iddia edilir. Kullanıcıların kendilerine yardımcı olması gereken tedaviden zarar görme olasılıkları daha düşüktür. Ancak resmi olarak ilaç ruhsatı ile kurumsallaştırılmayan ve birçok ülkede ilaç olarak ifade edilmeyen bu ürünlerin içerik ve etki mekanizması açısından herhangi bir güvenlik garantisi olmayabilir.
Günümüzde homeopatların tedavi ettiği iddia edilen en yaygın on hastalık (sıklık sırasına göre) astım, depresyon, orta kulak iltihabı, alerjik rinit (saman nezlesi), baş ağrısı ve migren, nevrotik bozukluklar, nonspesifik alerji, dermatit, artrit ve hipertansiyondur.
Homeopati, preparatlarında hayvan, bitki, mineral ve sentetik maddeler kullanır ve bunlara genellikle Latince isimler kullanılır. Sıklıkla arsenik oksit, tuz, yılan zehiri, zehirli sarmaşık, afyon, granit, elmas, platin ve tiroid hormonu gibi maddeler kullanılır. Bu nedenle arsenik zehirlenmeleri, nöbetler veya koku alma duyusunun kaybı gibi vakalara da rastlanmıştır. Zamanla bu preparatların sayısı artmış ve günümüzde 3000’leri bulmuştur.
Homeopatlar aşırı derecede seyrelterek içine koydukları maddeleri suyun hatırladığını iddia etmiş ve “su hafızası” şeklinde bir kavram geliştirmişlerdir.
İzopati, homeopatlarca kullanılan, preparatların dışkı, idrar ve balgam, kan ve doku gibi hastalıklı veya patolojik ürünlerden türetilen maddelerle yapılan bir terapidir. Bu maddelere hastalıklı bireyden alınarak yapılmışsa “nosod”, sağlıklı bireyden alınarak yapılmışsa “sarkod” denir. Bunların tedavide kullanılmasına “homeopatik aşılama” denir. İzopatinin kanıtlanmış bir terapi olmadığı genel kanıdır.
Geleneksel aşılar hem güvenliği hem de etkinliği kanıtlamak için dikkatli testlerden geçirilirken, homeopatik preparatlar geçmez. Homeopatik preparatların çocukluk çağı bulaşıcı hastalıklarına karşı koruma sağladığına dair bir kanıt yoktur.
Bazı modern homeopatlar “elektrohomeopati” adını verdikleri ölçülemeyen maddeleri kullandıklarını ve bu maddlerin elektriklerinden faydalandıklarını iddia etmektedirler. Bu maddelere örnek “X ışını” veya “güneş ışığı” verilebilir. 2012’de Hindistan’ın Uttar Pradesh kentindeki Allahabad Yüksek Mahkemesi, elektrohomeopatinin şarlatanlık olduğunu ve artık bir tıp sistemi olarak tanınmadığını belirten bir kararname çıkarmıştır.
Bazı homeopatlar “homeoprofilaksi” dedikleri homeopatinin ciddi bulaşıcı hastalıklara karşı koruyucu bir yöntem olarak kullanılması kapsamında hastalarına aşı yaptırmamalarını tavsiye etmektedir. Bir kısmı ise aşıların “nosodlar” ile değiştirilmelerini önermektedir.
Diğer azınlık uygulamaları arasında, maddelerin ve seyreltmelerin terimlerinin kağıt parçalarına yazıldığı ve hastaların giysilerine iğnelendiği, ceplerine konduğu veya daha sonra hastalara verilen su dolu bardakların altına yerleştirildiği kağıt preparatları bulunur. Hatta çiçekleri suya koyup güneşte bekleten veya radyo dalgalarını kullandığını iddia eden nadir homeopatlar da olmuştur.
Homeopatik düzenlemeler İskoçya, Letonya ve Almanya gibi birçok Avrupa ülkesinde kamu sağlık sigortası tarafından karşılanırken, İngiltere, Fransa, Belçika, Avusturya gibi birçok ülkede ise karşılanmamaktadır. Bulgaristan, Macaristan, Letonya, Romanya ve Slovenya’da homeopati, yasa gereği yalnızca tıp uygulayıcıları tarafından uygulanabilir. Ancak Slovenya’da doktorlar homeopati uygularsa tıp lisansları iptal edilir. Almanya’da homeopatik hekim olmak için üç yıllık bir eğitim programına katılmak gerekirken, Fransa, Avusturya ve Danimarka herhangi bir hastalığı teşhis etmek veya herhangi bir hastalığı tedavi etmeyi amaçlayan herhangi bir ürünü dağıtmak için lisans zorunluluğu getirmektedir. İngiltere’deki homeopatlar hiçbir yasal düzenlemeye tabi değildir, yani herkes kendisine homeopat diyebilir ve homeopatik ilaçlar uygulayabilir. Diğer taraftan Hindistan homeopatiyi ulusal tıp sistemlerinden biri olarak tanır. Pakistan ve Bangladeş’te de eğitimi resmidir.
Birçok homeopatik ürün oldukça seyreltilmiş olsa da, homeopatik olarak satılan veya etiketinde homeopatik olduğu iddia edilen bazı ürünler öyle olmayabilir. Bu ürünler içeriklerinde önemli miktarda aktif bileşen içerebilirler ve bu da yan etkilere veya ilaç etkileşimlerine neden olabilirler. Bu tür homeopatik ürünlerden kaynaklanan olumsuz sağlık etkileri bildirilmiştir. Hatta seyreltilmiş olduğu iddia edilen ağır metal ürünlerinin seyreltilmemiş olduğuna da rastlanılmıştır. Bu durumda hastada ağır metal toksisitesine sebep olunabilir. Diğer taraftan sıvı homeopatik ürünler alkol içerebilir. Kaldı ki FDA 2015’te tüketicileri homeopatik olarak etiketlenen reçetesiz astım ürünlerine güvenmemeleri konusunda, 2017’de de bazı homeopatik diş çıkarma tabletlerinin aşırı miktarda belladonna adlı toksik madde içerdiği konusunda uyarmıştır. Şu anda FDA tarafından onaylanmış homeopatik ürün bulunmamaktadır.
Sonuç:
Modern tıbbın zaten uyguladığı biyopsikososyal yaklaşım, hastanın sağlık ve hastalık durumlarının muhtemel tüm yönlerini bütüncül bir bakış açısıyla ele alan; biyolojik, psikolojik ve sosyolojik yönden hastalıkları değerlendiren bir yaklaşımdır ve halen modern tıpta sürekli uygulanmaktadır. Biyopsikososyal yaklaşımın içerisine giydirilerek zaman zaman uygulanmaya çalışılan homeopati bileşenlerinin hastalar tarafından ayırt edilmesi oldukça zordur. Bunların önemli bir kısmının ekonomik maliyetleri dışında herhangi bir zararının olmadığı görülse de faydasının ispatlandığı ikna edici sonuçlar da henüz tespit edilememiştir.
Artık günümüzde homeopatinin en fazla savunucusu ve uygulayıcılarının özel sağlık sektöründa çalışan bazı hekimler olduğunu görmekteyiz. Bu durum ticari gayeleri de akla getirmektedir.
Homeopatinin herhangi bir hastalığı önlemede veya tedavi etmede etkili olduğunu destekleyen hiçbir kanıt şu anda bulunmamaktadır. Genel kanaat kronik veya ciddi olan ya da tedavi edilmezse ciddi hale gelebilecek sağlık sorunlarını tedavi etmek için homeopatinin kullanılmamasıdır.
Homeopati kanıtlanmış geleneksel tedavinin yerine kullanılmamalı veya tıbbi bir sorunla ilgili olarak bir sağlık uzmanına görünmek ertelenmemelidir.
Homeopatik bir ürün kullanmayı düşünüyorsanız, hekiminizi ziyaret ettiğinizde yanınızda getirin. Sağlayıcı, ürünün yan etki veya ilaç etkileşimi riski taşıyıp taşımadığını belirlemenize yardımcı olabilir.
Çocuklar ve yetişkinler için önerilen geleneksel aşılama programlarının takip edilmesi elzemdir. Homeopatik ürünleri geleneksel aşılamaların yerine kullanmak sağlık sorunlarına neden olabilir.
Hamile veya emziren kadınlar ya da bir çocuğun tedavisinde homeopati kullanmayı düşünen kişiler, kendi (veya çocuğun) hekimine danışmalıdır.